Yazı tarihi: 26 Aralık 2018, Saat: 11:28
Uzun zamandır hayal ettiğim bu yolculuk için evden çıkarken son kez biletimi, pasaportumu, cüzdanımı kim bilir kaçıncı kez kontrol ettim. Yol uzun, bunlardan birini unutursam bütün planım alt üst olur, diye girip çıkıp kontrol ediyorum.
Güneşli bir Nisan günü, Japonya’ya gitmek için en iyi zaman çünkü sakura yani kiraz çiçekleri zamanı. Aylar öncesinden aldığım uçak biletleri, uygun olsun diye önceden ayarladığım oteller, tren biletleri, müze biletleri… Japonya’ya gitmek istiyorsanız her şeyi önceden planlamanız gerek çünkü Japonya’da hayat böyle. Son dakikaya bırakırsanız ne kalacak yer bulabilirsiniz ne de müzeye gidebilirsiniz. Her zaman olduğu gibi tek sırt çantası ile çıkıyorum 3 haftalık yolculuğuma. Pahalı ülkelere giderken yaptığım gibi çantamın büyük kısmını hazır ve dayanıklı yiyecekler oluşturuyor. Çantamı bir kez daha tartıyorum, bu kadar yiyeceğe rağmen hala 12 kilo. Aferim bana, gittikçe biraz daha hafifliyorum. Ne kadar az eşya o kadar kolay ve hızlı seyahat edebilirim.
Bütün planlarım, Japonya’da 3 hafta içinde olabildiğince çok yer görebilmek üzerine kuruldu. Hızlı hareket etmek için bazı yerlere iç hat uçuşları ile gideceğim, hızlı trene fena paralar ödedim. Olsun, insan kaç kez Japonya’ya gider ki, hepsine değer. Uçağım Sabiha Gökçen havaalanından sabah saat 10:00’da. Uluslararası uçuş olduğu için 2 saat önce alanda olmam lazım, etti 08:00. Sabah trafiğine kalmamak için en iyisi evden 06:00’da çıkmak. Taksi ile 4.Levent’teki otobüs durağına gidip oradan da Sabiha Gökçen otobüsüne biniyorum.
Planladığımdan da erken 07:30 civarı havaalanındayım. Herşey tıkırında gidiyor, işte yolculuk dediğin böyle başlamalı. Birşey aksamadan, tıkır tıkır… 50 TL olan yurtdışı çıkış harcını öderken ellerim titriyor, resmen haraç ödüyoruz devlete. Söylene söylene ödememi yapıp havayolu firmasının kontuarına doğru devam ediyorum. Çantamı bagaja vereceğim çünkü yanıma aldığım yiyecekleri uçağın içine almayabilirler.
Japonya’ya İstanbul’dan direk uçuş var ama ben ucuz olması için aktarmalı bir uçuş ile gidiyorum. Aktarmalı da olsa dünyanın en iyi havayollarından biri. Çantamı İstanbul’dan verip Japonya’dan alacağım. Aktarma süresi sadece 4 saat, uzun bekleme olmaması da büyük avantaj. Böylece hızlıca ulaşacağım Japonya’ya ve planladığım seyahate başlayacağım.
Bagajımı verdikten sonra pasaport kontrolünden geçip kapıya gitmeyi planlıyorum. Kontrolden geçince listedeki uçuşları kontrol ettiğimde uçuşumun henüz kapısının belli olmadığını fark ediyorum. “Olabilir, daha vakit var” diye geçiriyorum içimden. Bir kahve içmek için vaktim var. Kahvemi yudumlarken seyahat planımın tekrar üstünden geçiyorum. Havaalanında iner inmez, biletlerini önceden aldığım tren ile seyahatimin başlayacağı şehre gideceğim. İniş saatim ile tren saati arasında 3 saat var. Çantamı alıp treni bulmak için rahat rahat vaktim var.
Kahvemi içip bitirince bir kez daha kapı numarasını kontrol ediyorum, kapı hala belli değil. Uçuşa sadece 1 saat kaldı halbuki, endişelenmeli miyim acaba. Gereksiz gerginliğe gerek yok, zaman zaman yaşanan durumlar bunlar. Kapı numarası belli olunca hemen yolcuları almaya başlarlar zaten. Kahvecideki rahat koltuğumda bu yolculuk için çantama attığım kitabımı okumaya başlıyorum. Yolculuklarımda genelde kolay okunabilen, mümkünse gittiğim yeri veya kültürünü anlatan kitapları yanıma alıyorum ya da sesli kitap uygulamasından dinliyorum. Bu kez seçtiğim kitap Japon kültürünü anlatıyor ama dili pek bir ağdalı, doğru kitabı seçmemişim sanırım.
Okuduğum kitap ilgimi çekmezse uykumu getiriyor, uyumadan önce kitap okumayı alışkanlık edinmek kötü bir fikirdi. Kitap okumaya başlayınca vücudum az sonra uyuyacağız, yaşasın diye düşünmeye başlıyor. Bir kez daha kapıyı kontrol etsem mi? diye aklımdan geçerken göz kapaklarım iyice ağırlaşıyor. Rüyamda kendimi kiraz çiçekleriyle kaplı bir bahçede piknik yaparken görüyorum. Geleneksel kıyafetlerini giymiş Japon kadınlarına ben de ayak uydurmuşum, üzerimde eğreti duran bir Japon elbisesi var. Bir de o komik terliklerden giymişim yürümeye çalışıyorum. Ve ayağım takılıp düşüyorum, tam düşme anında kahvecinin koltuğunda olduğunu farkedip irkiliyorum. Kaç dakika uyudum acaba?
Kendime gelmem birkaç saniye sürüyor. Masanın üstünde duran telefonuma bakınca saatin 10:15’i gösterdiğini görüyorum. Hala rüya görüyor olabilir miyim? Bu bir kamera şakası mı? Hemen toparlanıp uçuşların gösterildiği panonun önüne koşuyorum. Benim uçağım, benim biricik Japonya uçağım, benim aylardır plan yaptığım Japonya uçağım kapılarını kapatmış, pist başına doğru hareket ediyor. Kapı numarasını artık görebiliyorum, ama artık çok geç. Çantamın da içinde olduğu uçağın arkasından bakakalıyorum, ne olacak şimdi? Bir sonraki uçak ne zaman, aktarmayı yakalayabilecek miyim? Ya Japonya’daki tren biletim.
Aman tanrım bu bir kabus olmalı! Lütfen biri beni uyandırsın!
Evet, bu bir kabus! Bu kabusun rüyaya dönüşmesi ve gerçek olması için birkaç yıl daha beklemem gerekecek ama gerçek olacak, merak etme!