Gezgin Röportajları’na bir süreliğine ara vermiştik, 2020’de her ayın ilk haftası bir gezgin ile röportajlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2020’de her ay yeni bir gezgin ile tanışacak, yeni dünyalar keşfedeceğiz. Ocak 2020’nin gezgin röportajları konuğu Yeşer Sarıyıldız. İş nedeniyle tanışıp, ortak noktamız olan seyahat nedeniyle arkadaşlığımızın ilerlediği Yeşer, yılın yarısını Budapeşte’de yarısını ise İstanbul’da geçiriyor. Bol bol seyahat ediyor, seyahatleri dışında ise en fazla paylaşımı köpeği Aşil ile ilgili yapıyor.
Yeşer Sarıyıldız’ın gezginlik hikayesini okumak için kahveler hazırlansın, okumaya başlayın!
Önce bize kısaca kendinden bahseder misin, kimdir Yeşer Sarıyıldız, neler yapar?
İnsanın kendisinden bahsetmesi biraz tuhaf aslında, kim deyince benim de biraz düşünesim geliyor. Özet geçeyim, ilk soruda sıkılmasın kimse 🙂
Girişimciyim. Dijital odaklı iletişim ajansı olan mbsays’in ajans eş başkanıyım. Budapeşte’de mobil uygulama ağırlıklı ve start up odaklı bir şirketin daha kurucu ortağıyım. İstanbul-Budapeşte arasında yaşıyorum, 2020 itibariyle Budapeşte ağırlıklı olacak gibi görünüyor. Start up’lara mentorluk yapıyorum. Fotoğraf çekiyor, yazı yazıyor ve seyahat ediyorum. Bir de dünya şapşalı bir köpeğimiz var, günün bir bölümü onun mimiklerine gülerek geçiyor.
Bu gezme sevdası nasıl başladı?
Gezmek sanırım bana aileden geçti. Yazlık çocuğu değildim, ailem emekli olana kadar her yazı ayrı bir sahilde geçirmek istedi. Ben de üniversitede fotoğrafçılık kulübü, İzmirli Kadın Fotoğrafçılar sergileri falan derken, fotoğraf gezilerinde beni asıl motive eden şeyin seyahat olduğunu fark ettim. Sonra her boş vaktimde yeni bir ülkede, başka bir şehirde buldum kendimi.
Gezi, gezmek sana ne ifade ediyor? Alıp başını gitme, kaçma, uzaklaşma, yeni yerler görme, yeni insanlarla tanışma, yenilik rutinden çıkma hangisi?
Sürekli İstanbul’da yaşadığım dönemde, arada bir durmak, gerçekten nefes alabilmekti seyahat etmek. Şehirlerin kendi ritimleri olduğunu düşünüyorum. İstanbul yaklaşık 20 milyon nüfuslu bir şehir, metrekare başına düşen kişi sayısı en son baktığımda 2,7’ydi. İnsanların enerjileri çarpışıyor, gün içinde pek bir şey yapmasan da yoruluyorsun, bunalıyorsun. Aşırı yoğun bir iş temposunda, 4-5 günlük kaçamak istekleriyle başladı. Sonra biliyorsun, insan yoldan dönünce yeni seyahati planlamazsa içi rahat etmiyor. Yol bağımlılık yapıyor. Derken, bendeki kaçamak istekleri daha sık ve daha uzun süreli olmaya başladı.
Böyle olunca, ortağımla ajansın başında olmasak da yürüyebilecek bir sistem geliştirdik. 9 yıldır mbsays var, tam 5 yıl bunun için çalıştık diyebilirim. Şanslıyım ki, kendi işimi yapıyorum ve internet olan her yer ofisim olabiliyor. Yine şanslıyım ki, eşim de tasarımcı ve lokasyon bağımsız çalışıyor.
Böyle olunca, yeni yerler görmek sadece motivasyon olmaktan çıktı ve hayat şeklimiz haline geldi.
Seni yola çıkaran motivasyon ne?
İzlediğim bir filmin çekildiği mekanlar, okuduğum bir kitap, internette gördüğüm bir mimari eser, garip bir müze, bir sergide ya da instagram’da gördüğüm doğa fotoğrafları, izlediğim bir belgesel ve tabii ki ucuz uçak biletleri, yani her şey benim için motivasyon kaynağı olabiliyor. Bir de öyle görünmesem de, yeni lezzetler benim için inanılmaz bir motivasyon. Napoli’ye acayip uygun fiyata uçak bileti bulduğumuzda asıl heyecanım pizza içindi mesela, tıka basa deniz ürünü yeme hayali bana kolaylıkla uçak bileti aldırır ve Yunan Adaları deyince aklıma denizin güzelliğinden önce kalamar porsiyonunun büyüklüğü geliyor 🙂
Yılın büyük kısmını Budapeşte’de geçiriyor, İstanbul’a iş için gidip geliyorsun. Yurtdışında yaşamak nasıl, orada özellikle Avrupa içinde daha kolay ve sık seyahat edebiliyor musunuz? Bir de günlük yaşamın zorlukları var mı?
Avrupa içi uçuşlar her zaman daha uygun bütçeli oluyor. Bir de road trip ya da tren gibi alternatifler de var. Zorluklar illa ki var. Macarca, Türkçe ile aynı dil ailesinden gelse de, biraz garip bir dil. Vergi dairesi, kargo, eve gelen faturalar, elektrik idaresi vs her şey mücadele gerektiriyor. Gençler iyi İngilizce konuşuyor, ancak yaşlılar pek değil.
Burada nefis dostlarımız var, gerektiğinde onlardan destek alıyoruz; ama gündelik basit şeyleri dil engeli yüzünden tek başına çözememek can sıkıcı. Sırf bu yüzden, dünyanın başka hiçbir yerinde kullanılmayan bu dili öğrenmek istiyorum. Bir de, şu sıralar hava soğuk, ama sakinliği ve evde olmayı özlediğim bir dönemde olduğum için iyi geliyor. Dışarı çıkmak istediğimde de, sokaklar ölü değil, mekanlar dolu, keşfedilecek hala çok yer var.
Bugüne kadar gittiğin yerler arasında sen en çok etkileyen yerler en beğendiğin yer/yerler neresi? Neden?
- Madeira: Her bir köşesi ayrı bir sürprizle dolu tropikal bir ada. Aynı gün içinde dağda karla oynayıp sonra sahile inip sörf yapabiliyorsunuz. Portekizliler inanılmaz sıcak insanlar. Yemekler leziz, şaraplar şahane ve manzaralar muhteşem. Bir şehri güzel yapan şey o şehirdeki anılar oluyor aslında. 14 milletten büyük bir arkadaş grubu olarak Barreirinha isimli barda okyanusu izleyerek saatler geçirdiğimiz anılar, hafızamda hala taze. Bir de Portekiz’i genel olarak çok seviyorum. Budapeşte olmasaydı, Portekiz’de yaşamak isteyebilirdim.
- Budapeşte: Budapeşte’ye ilk gelişimiz 4 günlüğüneydi. Sonra o kadar sevdik ki, 2 aylığına yaşamayı denedik ve bir daire almaya karar verdik. O zamandan beri yılın en az yarısını burada geçiriyoruz. Bazı şehirler turistler içindir, şehir sana adeta fragman gösterir, gerçek hayatın nasıl olduğunu tam hissedemezsiniz. Budapeşte siz olsanız da olmasanız da 7/24 yaşıyor ve siz isterseniz onun bir parçası oluyorsunuz. Aynı anda huzurlu ve eğlenceli. 2000lerdeki İstanbul’a benziyor, belki o yüzden bu kadar seviyoruz.
- Bali: Uzakdoğu’ya ilk kez ben de Ender (eşim) de bu sene balayımız için gittik. Bali de her bölgesi birbirinden apayrı deneyimler sunan bir ada. Benim için bir sürü ilk yaşadığım bir tatil oldu. Favorilerim ise, gün doğumunda Batur Dağı’na tırmanmak ve Gili Meno’da su altı heykellerine dalmaktı.
Bunların dışında Beyrut yine inanılmaz etkilendiğim şehirler arasındaydı. Yunanistan’ın ve İtalya’nın tamamına sanırım aşığım. Floransa’da Stendhal sendromu olup heykellere baka baka “ne kadar güzeller” diyerek ağlamıştım 🙂 Berlin her zaman sonsuz eğlence ve sürpriz vaad eden bir seçenektir. Türkiye’den de bir İzmirli olarak elbette İzmir fanatiğiyim, Ege sahillerini tek geçerim, İstanbul’un dünyada eşi benzeri yok ve Kaş’ın da dünyanın en güzel yerleri arasında olduğunu, çok özel bir enerjisi olduğunu düşünüyorum. Karadeniz’e henüz hakkını vererek gidemedim, çok istiyorum. Saydıkça sayarım ya dünya çok güzel.
İlk yurt dışı seyahatini nereye yapmıştın? Bugün aynı yere gitsen neyi farklı yapardın?
Amsterdam. Kuzenlerim çok uzun yıllardır orada yaşıyor, o nedenle gitmiştim. İlk başta vizede çok problem yaşamıştık, çok yakın bir dostumla gidiyordum, birimize çıktı, birimize çıkmadı. Vizeler yetişmedi, gidişimizi ertelememiz gerekti. Haziran yerine Ekim’de gidebildik. Oradaki her saniye inanılmaz güzeldi, sadece Ekim’de Amsterdam’ın ne kadar soğuk olacağını öngörememişiz. Bugün olsa, o vize acentesiyle çalışmaz ve yanımıza daha sıkı şeyler alırdım. Onun dışındaki her şey muhteşemdi.
Bugüne kadar gittiğin yerler arasında sakın gitmeyin diyeceğiniz bir yer var mı? Neden?
Haha, var. KATAR. Büyük harflerle yazalım, kimse gitmesin. Ben bir de Ender’e doğumgününü hediyesi almıştım bu seyahati 3-4 yıl önce. Mümkün olan her yolla ilişkiyi test etmek istemişim sanırım 🙂 Şu anda ne durumdadır bilemiyorum; ama şehrin girişine ”under construction” yazsalar yeriydi. Yürüyüş yolu neredeyse hiç yoktu, taksiciler sürekli dolandırmaya çalıştı, ulaşım taksi dışında yok gibi bir şeydi, bir yere gitmekte sorun yoktu, ama dönüşler her zaman sıkıntılıydı. Sürekli tesadüfen birileriyle tanışıyorduk, onlar bizi otele bırakıyordu sağolsunlar. Yine de giderseniz Qatar Heritage, Senfoni Orkestrası’nın konseri ve çöl safarisini listenize ekleyin ve sonra koşarak uzaklaşın.
Bugüne kadar seyahatlerinde başınıza gelen en ilginç olay neydi? Belki birkaç hikaye anlatırsın bize.
Berlin’de Görlitzer Park’a arkadaşımla akşam vakti gitmiştik ve ilk etapta parkın uyuşturucu satıcılarıyla dolu olduğunu fark etmedik. Neyse ki polis arabasını görünce çıktık ve ertesi gün, o gece büyük bir baskın olduğunu gazetelerden öğrendik.
Budapeşte’den arkadaşlarla bir gün otururken, karşı masada bir kadın bize bir şişe şarap ısmarlayıp muhabbetimize dahil olmak istedi. Kabul ettik. Aylar sonra kadın Facebook’tan bana yazdığında, profesyonel bir dominatrix (fiziksel veya sözlü olarak partneri aşağılama, ezme faaliyetleri gerçekleştiren baskın kadın) olduğunu öğrendim.
Katar’da yanlış hatırlamıyorsam 2007 tarihli ve öncesi dolarlar geçmiyormuş. Hiçbir yerde para bozduramadık. Bankalar almadı, exchange ofisler korkuyla bizi kovdu, son iki gün bulduğumuz geçerli bir 50 doları bozdurup otelden çıkmamış ve nakiti havaalanına gitmek için taksiye ayırmıştık.
Madeira’daki 2.ayımızda bir hafta korkunç bir fırtına çıktı, kırmızı alarm verildi. 10 gün boyunca adaya tek ulaşım yolu olan havaalanına giriş çıkış kapatıldı. Dalgalar 10 metreyi geçti. Okyanus kenarındaki binalarda 4. kattaki dairelerin dahi camları patladı. Dalgalara bakmak için okyanus kenarına giden tanımadığımız bir kişi dışında can kaybı yaşanmadı.
Endonezya’daki her şey çok acayip ve ilginçti. Mesela Batur Dağı yürüyüşü için bir turla anlaştık. Gecenin 2sinde otele üstü başı toz içerisinde, garip bir adam gelip otel kapısından bizi çağırdı. Dışarı çıkınca ilk söylediği şey “para verin” oldu. Biz de önce bi araca binelim, veririz dedik. Arabada tek biz varız, adam hiç İngilizce bilmiyor, sorulara cevap vermiyor, tek iletişimi “give me money” şeklinde. 25 dakika ormanın içinde gittikten sonra neyseki grubun diğer üyelerini almaya başladı da rahatladık.
Sonra yine Bali’den Gili Meno’ya geçerken garip bir sistem var. Feribot için iskeleye gidiyorsun. Birileri yakana gideceğin feribot şirketinin çıkartmasını yapıştırıyor ve o isim söylenmeye başladığında kenara gidiyorsun. İskeleden basamakla feribota biniş gibi bir sistem yok. Feribot yanaşıyor, görevliler sırayla insanları tutup içeri atıyor. Endonezya’da sürekli her şey kelle koltukta hissettiriyor. Gideceğimiz Gili Meno, Gili adalarının en uzak ve en küçük olanıydı. İlk Gili adasına gittikten sonra inip bir tekneye daha binmemiz gerekiyordu. İndiğin yerde de bir iskele yok, denize iniyorsun. O gün çok dalgalı olduğu için belimize kadar denize girdik. Sonrasında bindiğimiz tekne gerçekten aşırı eski bir balıkçı teknesi gibiydi ve biz okyanusun ortasındaydık. Her yerden su giriyor, adamlar “geçen hafta bir tanesi battı” diyor gülerek. Bütün yolcular dehşet içindeyiz. Gerçekten “şimdi burada ölebiliriz” diye düşünmüştüm.
En merak edilen konulardan biri, bu kadar çok seyahat etmek için değirmenin suyu nereden geliyor?
Üniversiteden mezun olduğum günden beri çalışıyorum. 32 yaşındayım, 9 yıldır kendi işimi yapıyorum. Valla açıkçası eşek gibi çalışıyorum ve bu düzeni kurabilmek için çok uğraştım, ordan geliyor 🙂
Seyahatlerimin bir kısmı iş için oluyor zaten, sonuna ya da başına bir iki gün ve bazen de bir lokasyon daha ekliyorum. Seyahatin sanıldığı kadar pahalı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Euro can yakıyor, ama İstanbul da çok pahalı bir şehir. Business zaten uçmuyorum, Budapeşte’deyken Avrupa içi uçuşlar çok uyguna geliyor. Dünyanın bir sürü yerinde arkadaşımız var. Birbirimize sıklıkla misafir oluyoruz. Çok fazla alışveriş yapan, marka takıntılı biri değilim. Vintage aldığım da çok oluyor. Bana en son “Ben pasaport bile yenileyemiyorum, sen nasıl bu kadar seyahat ediyorsun?” diyen arkadaş kendine bir gün önce 1500 tl’ye çanta almıştı. Yazın Bodrum ya da Alaçatı’da bir haftalık tatil yerine Hırvatistan sahillerini gezmek denk geliyor. Değirmenin suyu aslında bütçenizi nasıl harcamak istediğinizle ilgili tam olarak.
Ben de alıp başımı gitmek istiyorum diyenler için tüyoların, önerilerin var mı?
Geçen gün biri “Dünyayı gezmek istiyorum, henüz ülke içinde bile pek bir yer görmedim; ama Uzakdoğu’dan başlayacağım.” demiş ve tavsiye istemiş. Uçak bileti alıp orada otostop çekecekmiş. Konaklama ayarlamayacakmış. Macera yaşamak her zaman mükemmel olmuyor. Bilmediğin bir yere gidip dilini hiç anlayamamak çok da kolay bir şey değil, bazen İngilizce konuşan da bulunamıyor.
Her bir seyahat ayrı bir deneyim, ama zamanla başına saçma sapan şeyler geldikçe, bazı konularda refleks kazanıyorsun. Seyahatin aynı zamanda öğrenilen bir şey olduğunu düşünüyorum. O yüzden büyük başlamaktansa, önce daha yakın yerlere gitmeyi ve deneyim kazanmayı öneriyorum. Plansız bir Uzakdoğu seyahati de elbette yapılabilir, ama öncesinde birkaç farklı ülkeyi deneyimlemek ve karşına çıkabilecek sorunlara hazır olmak önemli. Bir de Avrupa’ya ucuz uçak bileti bulunuyor diye herkes Euro’ya rağmen hala Avrupa’da. Oysa ki, Uzakdoğu’da sadece uçak bileti pahalı. Onun dışında ordaki harcamalar daha uygun olduğu için bir Avrupa seyahatiyle kafa kafaya geliyor. Bir de 195 ülkenin 100’üne kolay giriş yapabiliyor, vizesiz ya da kapı vizesi ile girebiliyoruz. Schengen vizesi gerçekten çok pahalı, ilk etapta vizesiz ülkeleri tercih etmek mantıklı.
Son olarak klasik bir soru “çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?
Seyahat, insanın hem kendisini hem de birlikte seyahat ettiği kişiyi tanıması için inanılmaz bir fırsat. Aynı zamanda yolda öğrendiklerinin bir kitapta yazması çoğu zaman imkansız. Yine de okumanın insana kazandırdığı dünya algısının yeri yadsınamaz. Beni politik bulacaksın; ama buna gezerken okuyan diyeceğim 🙂
Yeşer’i takip etmek isterseniz instagram adresi: @yesersariyildiz
Yeşer’e samimi cevapları için teşekkür ediyorum. Sizin Yeşer’e sorularınız varsa bu yazının altına yorum olarak yazabilirsiniz.
Gezgin Röportajları’nda görmek istediğiniz isimleri bana yazabilirsiniz. Bir sonraki gezgin röportajında görüşmek üzere.
Yolda kalın.
1 Yorum
Yeşer ne çok felaket , dehşet yaşamışsın:))
Allah beterinden saklasın…