Gezgin Röportajları’nın bu haftaki konukları 700binkm adlı blogları ile tanıdığımız Başak ve Rahman (Marko diye bilenleriniz de vardır). Başak ve Rahman bilmez belki ama ben onları ilk İTÜ’deki bir sunumda dinlemiştim, ondan sonra da sosyal medyadan takip ediyordum bu çılgın çifti. Geçtiğimiz Kadınlar Günü’nde Gezgin Kadınlar platformunun düzenlediği etkinlikte Başak ile aynı sahneyi paylaşınca da birebir tanışma fırsatı buldum. Başak ve Rahman ne yapar, kimdir, nasıl gezer merak ediyorsanız bu röportajı mutlaka okuyun!
700binkm Başak ve Rahman ile Röportajı
Ben sordum, onlar da samimiyetle cevapladı, haydi size keyifli okumalar 🙂
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Başak ve Marco (Rahman) kim, ne yaparlar, yolları nasıl kesişti?
Marko:
“Bakkala ekmek almaya diye evden çıkıp dünyayı 7 günlük planlarla yaşatan hayatı geleceğin oyunlarına kanmaması için heyecanlandıran gezgin Markoyum ben.
Gezegenleri gezdiğim zamanlarda canım sıkılıp evrendeki sekiz saniyeye ara verip toz tanesi olan dünyada 7’nin gizemini ararken 8’in sonsuzluğundaki yıldızları sayarken kıyamete kadar kiraladığı dünyanın gökyüzünde “gel benimle bu yaşlı dünyada hep genç kal” dedim rüzgarın yalnız bulutu Başak’a.”
Başak Bulut:
“1982 Kırşehir doğumluyum. Üniversite için İstanbul’a geldim ve buraya yerleştim. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezun olduktan sonra pek çok genç gibi kurumsal bir şirkette çalışmaya başladım. Arkasından bisikletle tanıştım ve böyle gitmez deyip istifa ettim. Güneydoğu Asya’da 3 aylık bisiklet turunun ardından dönüp Türkiye’nin ilk tur bisikleti dükkanı Bisiklet Gezgini’ni açtım. Ve 2 yıl sonra böyle de olmayacak deyip, kendimi dinlenmeye aldım. Şu aralar kurumsal bir şirkette çalışmaya devam ederken 700binkm ile ‘dünyada yaşamak’ idealimiz için çalışıyorum.
Türkiye’de ve Avrupa’da pek çok yeri uçak, tren ve otobüs ile turistik, kısa sürelerle gezdim. Daha sonra keşfettiğim bisiklet tutkumla bambaşka bir boyuta geçtim; bisikletle yolculuk! Yüzler ile başlayan yolculuklarım bin km’ler şeklinde devam etti. Sadece Türkiye değil Afrika, Asya ve Avrupa’da bisikletim ile 30binin üzerinde km yaptım. Dünyadaki karaları arşınlayacağım bisikletim Koçkar ‘ı 3. denememde buldum. 30’un üzerinde ülkede pek çok şehirde izimi bıraktım. Dünyanın her ülkesine ayak basmak ve dünyada kaybolmak istiyorum.
2012 yılının bir Eylül akşamında hayat bizi Doçek dağ bisikleti festivalinde bir araya getirdi. Tanıştığımızda Marko bisikletini satan sırt çantalı bir gezgindi. İlk karşılaşmamızdan beri birlikte gezmenin hayallerini kurduk ve yaşadık.”
700bin km nasıl ortaya çıktı? Neden 700binkm?
Güneydoğu Asya’da pedallamaya başlarken Marko sadece bizim olduğumuz yolculuklara 7 kıtanın hatırına 700binkm adını koyalım dedi. 3 ay devam eden yolculuğumun her gününde ben Güneş’le ne kadar kilometre pedalladıysam o da Ay’la Türkiye’de o kadar km pedalladı. Benimle çadır kurdu, benimle yolu yaşadı. 700binkm 2012 yılının Ekim ayında böylece yolda çıktı. Bu yüzden bizim logomuz yinyang, güneşle ayın yansıması, aslında biziz, zıt karakterlerimiz. 700binkm bizim için hayat boyu yolda olmanın ifadesi. Amacımız yapılan yolun seceresini tutmak değil, yolda ölümsüzlüğü yakalamak. Dünyanın etrafını defalarca dönmek, sıkılıp başka gezegenlere gitmek.
Sizi yola çıkaran motivasyonun ne? Yeni bir yer keşfetmek mi, alıp başını gitmek mi, kaçmak mı?
Biz sadece yolda olmanın, her an farklı bir şey yaşamanın keyfine varan insanlarız. Bisikletle yavaş yol alıyoruz ama yavaşlığın içinde bir derinlik var. İnsana dokunmak! Yeni insanlar hayatımıza alıyoruz, onların hayatlarına giriyoruz. Neden tek bir buzdolabının kapağını açalım? Neden sadece bir koltukta oturalım ki? Dünyada milyarlarca buzdolabı var, içinde aklımızın almayacağı çeşitte yiyecekler var. Binbir türlü koku var, birbir türlü meslek var, ruh var. Her mesleğin sırrına ermek, çeşit çeşit yetenekler edinmek varken, her gün aynı yoldan gitmeyi ve aynı evde yaşamayı reddediyoruz.
Özgürlük yerleşik hayatın ötesinde bir sorumluluk istiyor. Biz bu sorumluluğu alıyoruz, rutini kırıyoruz ve her gün haritaya bakıp nereye gideceğimizi belirlemek, sonra hiç beklemediğimiz bir yola sapmak, daha önce varlığını hayal dahi edemeyeceğimiz insanların hayatına girmek, onları dönüştürmek, kendimizi değiştirmek ve yeni benimizle yola devam etmek. Sadece bisikletlerimiz ve dört çantamızın sorumluluğu ve sahipliği dışında bir varlık istemiyoruz. Dünyayı keşfetmek için daha fazlasına ihtiyaç var mı?
Bisikletle seyahat etmek bambaşka bir motivasyon ve bambaşka bir seyahat şekli. Neden bisikletle seyahat?
Sırt çantalı, motosikletli ya da karavanlı seyahatler de yapıyoruz. Ancak dönüp dolaştığımız, ruhumuzu ait hissettiğimiz yolda olma hali bisikletli yolculuklarımız. Sistemle ve insanlarla bağlarımızı en çok kırabildiğimiz yöntem. Hem herkesin kolay yapamayacağı aykırı bir durum, delilik belki. Doğada olmak, onunla yol almak, inmek, çıkmak, rüzgarın dostluğu ve akıl almaz, araç girmez yerlere ulaşabilmek. Ve sonunda birşey yapmak, kendine yeterek, sadece kas gücüyle, yiyecekle yol almak.
Motosiklet, karavan ve araçlarla sürekli benzin, bakım, parça vs masrafları var. Sürekli iyi para kazanmaya devam etmek gerekiyor. Aynı zamanda hızlı seyahat şekli olduğu için pek çok şeyi kaçırıyoruz. Sınır geçişlerinde izinler sıkıntılı. Bir yerden bir yere taşımak sıkıntı. Sırt çantasında sürekli toplu taşımaya, otostopla birilerine bağımlı olmak var. Sadece araçların gidebildiği yerlere gidebilmek, doğada görece daha az yol alabilmek. Bisiklet sınır geçişlerinde araç olarak yok sayılıyor, herhangi bir izne gerek yok ve uçakla bile yanında ufak bir ücretle taşıyabiliyorsun. Yani özgürlüğü en çok yaşatan yöntem. Sürekli çalışan bedenlerimiz hasta olmuyor. Zamanla derdi olmayan insan için en iyi çözüm. Hem bisikletle yolculuk yapan biri ne kadar kötü olabilir ki? Gören herkes saygı duyuyor, hikayemizi dinlemek istiyor, destek oluyor. Az masraflı bir yöntem olduğu için az para kazanarak dünyayı tanımaya devam edebiliyoruz.
Gittiğiniz yerler arasında sizi en çok etkileyen yer neresi oldu ve neden?
Aslında bu soruya vereceğimiz yanıt dünya. Bize göre dünyanın her yeri muhteşem, görmeden gitme niyetimiz yok. Gelişmekte olan ülkelerde ya da az gelişmiş ülkelerde insanlarla daha sıcak ilişkiler kuruyoruz. Gelişmiş ülkelerde yol sormak için bile arabanın camına vurmak gerekiyor.
Yine de bir ülke söylemek gerekirse; Fas’ı çok beğendik, Ortaçağ’a geri dönmüş gibi hissettik. Endüstri devrimi gelmemiş. Hala el işçiliğine dayalı zanaatler ufak atölyelerde devam ediyor. Yaşam, binalar, pazarlar geçmişe yolculuk yaptırıyor. Bir taraftan muhteşem ve çeşitlilik yaratan bir doğa var, çöl, okyanus, yüksek dağlar ve şehir hayatı. Hepsini tek bir ülke içinde yaşayabilmek heyecanlı.
Bugüne kadar gittiğiniz yerler arasında “sakın gitmeyin” diyeceğiniz bir yer var mı? Neden?
Hayır yok, sadece her ülkenin kendi dinamikleri var, onları gitmeden önce öğrenmek ve hazırlıklı olmak gerek. Güneydoğu Asya’da budizm inancı var, kadınlar sosyal hayatın fazlasıyla içindeler, ben kadın olarak kendimi o ülkelerde çok daha rahat hissetmiştim. Fas’ta ise İslam inancı var, kadınları sosyal hayatın içinde, sokaklarda pek göremiyorsun, erkek egemen bir ortam. Ona göre daha dikkatli davranmak gerekiyor. Ya da turistlerden daha çok para kazanma anlayışı yerleşmiş, sürekli üstüne atlayıp birşeyler satmak isteyenler ve yüksek fiyat söyleyenler var. Bu duruma adapte olmak, bundan nefret etmemek bununla yaşayabilmek, eğlenebilmek gerekiyor. Dünyanın her yeri güzel, farklı, keşfedilmek için bekliyor.
Bugüne kadar seyahatlerinizde başınıza gelen en ilginç olay neydi? Belki birkaç hikaye anlatırsınız bize.
İspanya’daki yolculuğumuzda Sevilla’yadan Cadiz’e doğru inerken havanın fırtınaya dönmesi sebebiyle yakındaki bir kasabaya sığındık. Kasabanın meydanında çocuk noeli etkinliği vardı. Kalacak yer bulmak için sokakları dolaştık, hepsi kalabalık nedeniyle dolu. Meydana döndük, tadını çıkaralım sonra bakarız dedik. Bisikletlerimizle sokağın bir kenarında gösterileri izledik, bir şeyler yedik, kalabalığın dağılmasını bekledik. Etkinlik bitip herkes evlerinin yolunu tutmaya başladı, biz yine sokaklara vurduk kendimizi, gözden kaçırdığımız bir yer var mı diye pansiyonlara bakıyoruz. Bir aile bize doğru yaklaştı, “kalacak yer mi bakıyorsunuz” dedi adam. Ben “evet, her yer dolu, bir yer bulamadık, tavsiyeniz var mı?” dedim. Kadın “Grande casa” diye bağırıyor, adam İngilizce olarak kadının bizi evine davet ettiğini söyledi, “gelir misiniz” dedi. Aldığımız hissiyat gayet iyi, takip ettik, birlikte evlerine gittik. Gerçekten de büyük bir ev. Kadın bizi hemen mutfağa soktu, birşeyler pişirmeye başladı ve Marko’ya bakıp dedi ki ispanyolca olarak, ben seni, bu gözleri bir yerden tanıyorum. Sanki seni geçmiş hayatımda bir zamandan biliyorum. Birbirlerinin dilini anlamıyorlardı, biz çeviri yapmadan telepatik olarak birbirlerinin ne dediklerini anlıyorlardı. Muhteşem bir gece geçirdik, Anadolu rockından Türkçe dersine kadar her konudan muhabbetler ettik. Bize bu ilk kez olmuyor ama çok gariptir, böyle sezgisel ilişkiler yolculukların en güzel süprizleri.
En merak edilen konulardan biri, bu kadar çok seyahat etmek için değirmenin suyu nereden geliyor?
Bu konuda Marko’nun bilgi vermesi daha güzel olacak. Çünkü ben sistemde büyümüş birisi olarak herşeyin parayla yapılabileceğini içselleştirmişim. Ancak dünya böyle değil, paranız olsa da çok farklı şeyler gerek yolculuk için.
Marko’nun pek çok yeteneği var, bu yetenekler yolda gelişmiş. İnşaat işlerinden, ahşap işlerine, mekanikten, elektriğe, sosyal medyadan film yapıncılığına, bisiklet ve motor tamirinden, kemençe çalmaya kadar. Bunların hiçbirini para kazanmak için kullanmıyor ama yolda kalacağımız yerler ya da yemek ihtiyaçlarımız için pek paraya ihtiyaç duymuyoruz, çünkü insanların hayatına dokunuyoruz.
Geçen yıl Türkiye’nin en tehlikeli yollarından Derebaşı virajlarını pedalladık, Uzungöl’ün hemen üzerinde Karaster Yaylası var orda bir villa apart vardı, turun son günlerindeyiz, 5 gecedir kamp yapıyoruz, hava inanılmaz soğuk ve yağmurlu. Gidelim bir fiyat soralım dedik, ramazan ayı. 150 lira dedi sahibi. Bize çok geldi devam edelim dedik. Oturun dediler, karı koca, mekanı gösterdiler, öyle bir dostluk doğdu ki, ben kızları oldum, Marko oğulları. Fotoğraflar çektik, sosyal medya hesaplarını düzenledik, nasıl kullanabileceklerini öğrettik. Yemekler yedik, türküler söyledik sahura kadar muhabbet. Sabah ayrılırken borcumuz yoktu.
Bende alıp başımı gitmek istiyorum diyenler için tüyolarınız, önerileriniz var mı? Bisikletle seyahat etmek isteyenlere özel önerileriniz var mı?
“Yapman gerekenleri yapmazsan yapmak istediklerini yapamazsın! Ama sen hep yapmak istediklerinde kal çünkü yapman gerekenler hep başkasının yapmak istedikleridir.” diyor Marko.
Evrende ömrü 8 saniye olan ey insan, öleceğini çoktan unuttun. Ölüm var bu hayatta, yapmak istediklerimiz için fazla zamanımız yok.
Bisikletle yolculuk için doğada olmayı istemek yeterli. Bisiklet ve teknik, malzeme seçimi gibi detay konulara burada girmeye gerek yok. Ancak biz Türkiye’nin ilk tur bisikleti dükkanını kurduk. Yeni başlayan birisini tura hazırlamak konusunda kendimizi naçizane uzman adledebiliriz. Bizimle sosyal medya hesaplarımız üzerinden iletişime geçebilirler. Her konuda destek oluruz. Ayrıca yolda bakım ve teknik konusunda eğitimler de veriyoruz.
Yakın planlarınızda neler var? 700binkm’yi takip edenler neler bulacak?
Çok fazla proje var, kısaca bahsedersek;
- Ağustos 2018’de Karadağ’ın zorlu, tehlikeli yollarında kendimizi zorlamak istiyoruz
- Eylül’de Kanser Savaşçıları Derneği’yle ortak yürüttüğümüz Çernobil’e pedallama projemiz üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyoruz, detaylar çok yakında.
- 7bölge7rota Türkiye bisiklet rotaları rehber kitabı çalışmalarımız devam ediyor, kitabımız yıl sonunda baskıya girecek.
- Gelecek yılın başlarında planımız Dünya’nın sonundan başlayarak Panamerikan yolunu Alaska’ya kadar pedallamak ve dünyaya devam etmek, 7kıta7rotaDünya.
Projelerimizi aşağıdaki sosyal medya hesaplarından takip edebilir, iletişime geçebilirsiniz.
- e-posta: [email protected]
- websitesi: www.700binkm.com
- instagram: @700binkm
- Facebook: 700thousandkm
Son olarak benim klasik sorum; “çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?
Hem okuyan hem gezen bilir, artık tek başına birisi yeterli değil. Gitmek istediğimiz yerlerle ilgili önden derinlemesine araştırma yapıyor, bolca okuyoruz. Gittiğimizde ise dolu dolu yaşıyoruz, okuduklarımızla çelişen ya da uyuşan durumlar görüyoruz, kendi gözlemlerimizi de websitemiz 700binkm.com’da yazıyoruz.
Yani aslında hem okuyan, hem gezen, hem yazan, hem de fotoğraflayan bilir!
Başak ve Marko’ya bu keyifli sohbet için çok teşekkürler! Onları takibe almayı unutmayın 🙂
Yolda kalın!