İstanbul’dan Melekler Şehri Los Angeles’e uçtuğumuz ve yaklaşık 18 gün boyunca büyük bir daire çizdiğimiz, arabayla Batı Amerika gezi rotası çok içimize sindi. Amerika’nın batısına gitmeyi, benzer bir rota yapmayı düşünenler için arabayla Batı Amerika gezi rotası detayları, gezdiğimiz ve konakladığımız yerler en sevdiğimiz fotoğraflardan seçmelerle bu yazıda sizi bekliyor!
Amerika okumalarınıza Amerika vizesi yazım ile başlayabilirsiniz. Amerika’da araç kiralama ve kullanma yazımı da mutlaka okumanızı öneririm.
Arabayla Batı Amerika Gezi Rotası Nasıl Belirlendi?
Air France’in bir kampanyasında çok uyguna uçak bileti bulunca “2 haftalık bir seyahat güzel olur” diyerek önceden herhangi bir planımız olmadan biletlerimizi aldık. Uçuş gün ve saatleri birkaç kez değişince bizim süre 18 güne kadar uzadı. Süremiz netleşince aldık Batı Amerika haritasını önümüze, bütün gezilip görülecek yerlerden oluşan bir liste yaptık. Sonra gidilecek yerler arasındaki mesafelere bakarak, neleri görmek istediğimizi de düşünerek gerçekten hangilerine vakit ayırabileceğimizi netleştirdik. Mesela San Fransisco mu yoksa Yosemite Milli Parkı mı deyip Yosemite’yi seçtik. Biraz zevk meselesi, belki de pek çok kişi San Fransisco’yu tercih ederdi.
İlk çıkardığımız her yerin dahil olduğu haritayı bu bağlantıdan görebilirsiniz.
Çok Gezen Tüyosu: Amerika ile Türkiye arasında 10 saat fark var, özellikle ilk günlerde bu fark birazcık insanın dengesini bozabiliyor.
Çok Gezen Tüyosu: Türkiye’den Amerika’ya direkt uçuşlar var ama oldukça pahalı, aktarmalı uçak bileti alırken aktarma ülkenizin transit vize isteyip istemediğine dikkat edin. Mesela Fransa Amerika vizeniz varsa transit vize ve/veya şengen vizesi istemiyor ama Hollanda istiyor. Bizim gidişimiz Paris, dönüşümüz Amsterdam üzerinden aktarmalı idi, şengen vizemiz olduğu için sorun olmadı.
1.Gün: Los Angeles
Yukarıdaki fotoğraf Venice Beach ama aslında ilk günümüz İstanbul’dan Paris aktarmalı olarak Los Angeles’e ulaşmakla geçti. Uçuşumuz aktarma beklemesiyle birlikte yaklaşık 20 saat kadar sürdü. İstanbul’dan Los Angeles’a direkt uçuş da var ama bizim biletin üç katı filan olduğu için biz ucuz ve aktarmalı olanı seçtik. Yazının sonunda gezimizin tüm maliyetini kalem kalem bulacaksınız.
İlk gece akşam saatlerinde Los Angeles’e ulaştık, dinlenmek istediğimiz için havalimanına yakın, havalimanı transferi seçeneği sunan bir otel olan Travelodge by Wyndham LAX’ı tercih ettik. Otelin detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Batı Amerika rotamızda pek çok Wyndham otelinde konakladık, sırasıyla hepsini paylaşacağım.
Amerika’da kaldığımız otellerin hemen hepsinde kahve makinası, buzdolabı ve mikrodalga fırın vardı. Bu da bizi bütçesel açıdan oldukça rahatlattı. Hem kahve masrafımız azaldı hem de bazı yerlerde marketlerden aldığımız mikrodalgada ısıtılabilen yemekleri tercih ettik.
2.Gün: Palm Springs ve Joshua Tree
Biz Batı Amerika rotamız için araç kiraladık. İkinci günümüzde Los Angeles’tan kiraladığımız aracımızı teslim alıp hemen rotamıza başladık. Amerika’da araç kiralama ve kullanma yazımda araç kiralama konusunda tüm detayları bulacaksınız.
İlk durağımız 1960’larda Hollywood ünlülerinin uğrak noktası olan çölün ortasında lüks evleri ile ön plana çıkan Palm Springs oldu. Mesela Marlyn Monreo burada keşfedilmiş, sanat müzesi önünde kocaman bir heykeli var. Biz buraya çok uzun zaman ayırmadık, Walk of Stars’da bir yürüyüş yapacak kadar vakit ayırdık.
Daha uzun zaman geçirmek isteyenler için Palm Springs’te gezilecek yerler;
- Palm Kanyonu
- Hollywood’daki Walk of Fame benzeri bir cadde olan Walk of Stars, bütün şehri kaldırımdaki yıldızları takip ederek gezebilirsiniz.
- Teleferik
- Rüzgar gülleri
- Alışveriş ve yemek için El Paseo Caddesi
- Ayrıca şehirde çok sayıda müze var, özellikle sanat sevenlerini ilgisini çekecek müzeler var.
Los Angeles’tan yaklaşık 3 saatlik bir yolculuktan sonra Joshua Tree Milli Parkı’na ulaşılıyor. Bizim ulaşmamız akşam saatlerini bulunca parkı gezmeyi bir sonraki güne bıraktık.
Palm Springs ve Joshua Tree Milli Parkı’nda konaklamalar genelde yüksek fiyatlı olunca, biz konaklama için Yucca Valley bölgesini tercih ettik. Otelimiz gayet geniş ve rahattı, konum olarak da Joshua Tree Milli Parkı’na sadece 20 dakikalık mesafede olması bizim için çok iyi oldu. Super 8 by Wyndham Yucca Valley otelde oda, kahvaltı olacak şekilde kaldık, otelin detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Biz Palm Springs’e hem rotamız üzerinden olduğundan, hem yola çıktığımız ilk gün yorucu bir aktivite yapmak istemediğimizden uğramıştık. Gitmezseniz de olabilir.
3.Gün: Joshua Tree, Seven Magic Mountains ve Las Vegas
Joshua Tree denen ağaç cinsi dünya üzerinde Colorado ve Mojave Çölleri’nde yetişen endemik bir tür. Milli park gerçekten çok büyük, 10.000 yaşında bir çöl ve görülecek çok fazla şey var, bu nedenle en az bir tam gününüzü buraya ayırmanızı öneririm. Eğer kaya tırmanışı, doğa yürüyüşü gibi aktiviteler yapmak isterseniz sürenizi uzatabilirsiniz.
Çok Gezen Tüyosu: Amerika’da milli parklara giriş için alabileceğiniz bir kart var. 80 Usd karşılığında bileti alan kişi, aracı ve araçtaki yolcuların giriş ücreti yerine geçen Annual Pass adında bir kart alıyorsunuz ve bütün milli parklarda bir yıl boyunca ücretsiz ve sınırsız giriş yapabiliyorsunuz. Biz de Joshua Tree Milli Parkı girişinde bulunan ziyaretçi merkezinden bu kartı aldık ve sonraki tüm girişlerimiz için kullandık, uzun süre Amerika’da seyahat edecek olanlar için çok mantıklı bir kart. Milli parkların hepsinde parkla ilgili bilgi alabileceğiniz, bilet alabileceğiniz, hediyelik eşya alabileceğiniz ziyaretçi merkezleri bulunuyor.
Çok Gezen Tüyosu: Park girişinde size parkın haritasını veriyorlar, milli parkların tüm bilgilerine ulaşabileceğiniz ve internet olmadan da kullanabileceğiniz NPS (National Park Services) adında bir uygulama var, haritayı bu uygulamadan da takip edebilirsiniz. Görülecek yerler, nerede tuvalet olduğu gibi tüm bilgiler bu haritalarda yer alıyor. Farklı zorluk derecelerinde ve uzunluklarda pek çok yürüyüş rotası var, istediklerinizi seçip çöl yürüyüşü yapabilirsiniz. Benim favorim Kaktüs Bahçesi oldu, biraz uzak ama mutlaka rotanıza eklemenizi öneririm. Parkın dört giriş kapısı var, bir kapıdan diğerine yol yapılabilir, bu bağlantıda kabaca harita yer alıyor.
Joshua Tree Milli Parkı’nda market, restoran gibi olanaklar yok, arabanızda mutlaka suyunuz ve yiyeceğiniz olsun, yoksa aç susuz kalabilirsiniz. Bir de milli park içinde internet çekmiyor, internete güvenip plan yapmayın. NPS’nin offline haritasını indirmek çok işe yarıyor.
Joshua Tree Milli Parkı’nın ziyaretçi merkezindeki haritalarda gezi rotaları işaretlenmiş, biz bu rotalardan mavi rotayı yaptık ve yaklaşık 6 saatimizi aldı. Rotayı bitirdikten sonra uzunca bir sürüş yapacağımız Las Vegas’a doğru yola koyulduk. Las Vegas’a giderken yolumuz Amerika’yı bir uçtan bir uca bağlayan meşhur Route 66 üzerinden geçti. Bu yol üstünde, pek çok filmin geçtiği Bagdad Cafe uğranabilecek yerler arasında.
Günün son durağını Las Vegas’a yarım saat mesafede bulunan Seven Magic Mountains adlı sanat eserinde verdik. Burası Nevada Sanat Galerisi’nin bir projesi olarak yapılmış ve sosyal medya sayesinde popüler olmuş. Giriş ücretsiz, biz gün batımından sonra gittiğimiz için çok sakindi ama normalde çok kalabalık oluyormuş.
Gün bittiğinde biz de bitmiş olarak Las Vegas’a vardık, planımız biraz dolaşıp belki otelin kumarhanesine girmekti ama o kadar yorgunduk ki otel odasına girdikten sonra çıkmamız mümkün olmadı, zaten dönüşte de Las Vegas’a uğrayacağımız için görülecek yerleri o zamana bıraktık.
Las Vegas’da kaldığımız otel Excalibur idi, Disney şatosu görüntüsü ile oldukça popüler bir otel. Burada oteller kumarhanelere müşteri çekmek istedikleri için fiyatları otel rezervasyon sitelerinde uygun görünüyor. Ancak oda fiyatına otopark ve hizmet bedeli ekleniyor yani 38 USD olarak görünen otel bedeli 18 USD otopark ve 50 USD resort fee ile birlikte 100 USD’yi geçiyor. Bu arada biz Nisan 2024’te gittiğimizde fiyatlar böyle idi, şimdi (1 ay sonra) bakınca neredeyse 3 katına çıktığını görüyorum, yani yüksek sezon başlamadan gitmekte fayda var. Otelimizin detaylarına bu bağlatıdan ulaşabilirsiniz.
4.Gün: Red Canyon ve Bryce Canyon
Las Vegas’tan, çöl sıcağından, doğuya doğru ilerledikçe yaklaşık 4 saatlik bir yolculuk sonunda; Nevada eyaletinden çıkıp Utah eyaleti sınırları içinde olan, karlar altındaki önce Cedar Canyon’u, sonra Red Canyon’a en sonunda da Bryce Canyon’a ulaştık. Yol boyunca o kadar güzel manzaralardan geçtik ki, Amerika neden tam bir araba yolculuğu ülkesi çok daha iyi anladık. Amerika aynı zamanda kesinlikle kanyonlar ülkesi, kilometrelerce uzunlukta çok sayıda ve muhteşem güzellikte kanyona ev sahipliği yapıyor, biz de rotamızda mümkün olduğunca bu kanyonlara yer vermeye çalıştık.
Bryce Canyon, Kapadokya’daki doğal kaya oluşumlarına benzerliği ile dikkat çekiyor. Bu baca tipi doğal oluşumlara Hoodoo deniyor ve dünyada kısıtlı yerde var, Kapadokya ve Bryce Canyon da bu yerlerden ikisi. Kanyonda pek çok izleme noktası ve yürüyüş rotası bulunuyor, ziyaretçi merkezinden alacağınız haritada hepsi işaretlenmiş durumda. Haritadan gitmek istediğiniz noktaları seçerek rotanızı belirleyebilirsiniz. Biz karlı dönemde gittiğimiz için bazı rotalar kapalıydı. Burada da pek çok yürüyüş rotası var, uzunluğu ve zorluk derecesine göre seçim yapıp istediğinizde yürüyüş yapabilirsiniz. Kanyon içine inebileceğiniz gibi izleme noktaları arasında bulunan daha kolay yürüyüş rotalarını tercih edebilirsiniz.
Genelde burası serin olduğundan kıyafet seçiminize dikkat etmenizi öneririm. Bryce Point’ten gün batımı manzarası çok güzel oluyormuş, biz zamanlama açısından gün batımına kalamadık ama vadinin renkleri eminim çok güzel oluyordur.
Gün sonu noktamız üç saatlik mesafede bulunan Page şehri. Burayı sonraki gün gideceğimiz yerlere çok yakın olduğu için konumu nedeniyle tercih ettik. Motel 6 Page adında bir otelde kaldık. Konumu ve oda iyiydi ama odada buzdolabı, mikrodalga ve kahve makinası yoktu, sadece ortak alanda vardı, diğer otellerde alışınca eksikliğini hissettik. Burası kaldığımız en uygun otellerden biriydi. Otel detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
5.Gün: Antilope Canyon, Horse Shoe Bend ve Forest Gump Noktası
Batı Amerika seyahatimizin en güzel, en etkileyici günlerinden biri bugündü desem abartmış olmam. Önce güzeller güzeli Antilop Kanyonu, sonra doğa harikası Horse Shoe Bend ve gün kapanışı Forest Gump Noktası ile gözümüz, ruhumuz doğaya doydu. Otelimizin olduğu Page şehrinden 20 dakikalık bir araba yolculuğu ile önce Antilop Kanyonu’na ulaştık.
Antilop Kanyonu binlerce yılda suyun yarattığı erozyon sonucu oluşmuş bir doğa harikası. Turuncu kayaların içinden adeta dans ederek su, dalgalar halinde oymuş kayaları ve ortaya bu kanyon çıkmış. Aşağı ve Yukarı olmak üzere iki bölgesi ziyarete açık. Burası Amerikan Yerlileri’nin kontrolünde bir alan, işletme, rehberlik ve koruma hizmetlerini de onlar veriyor. Biz ziyaret etmek için Aşağı Antilop Kanyonu’nu tercih ettik.Hem gezi süresi daha uzun hem de fiyatı daha uygun. Yukarı Antilop Kanyonu daha önce popüler olmuş ve dünyaca ünlü fotoğrafçılar tarafından fotoğraflanınca birden popüler olmuş. Hangisine gidecekseniz birkaç ay önceden mutlaka rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, aksi halde yer bulmanız çok zor çünkü her saat için kısıtlı sayıda insanı kanyona indiriyorlar. Aşağı Antilop Kanyonu turunda 60 dakikalık yavaş bir yürüyüş ile kanyon geziliyor, bolca fotoğraf molası ile elbette. Yer yer yarım metreye kadar daralan geçişler nedeniyle kanyona inerken yanınıza sadece telefon, fotoğraf makinası ve su almanıza izin veriyorlar, çanta yasak. 2024 Nisan rakamlarıyla; kişi başı 55 Usd tur ücreti, 8 Usd park giriş ücreti 3.3 Usd de vergi ödedik. Kesinlikle değer, çünkü çok ama çok güzeldi.
Çok Gezen Tüyosu: Sabah 10-11 saatlerine rezervasyon yaptırmaya çalışın çünkü ışığın en iyi olduğu saatler. Aşağı Antilop Kanyonu için rezervasyon linki bırakıyorum. Kanyona tursuz iniş mümkün değil, mutlaka tura dahil olmanız gerekiyor. Spor ayakkabı ile kanyona gidin mutlaka ve beyaz olmasın çünkü turuncu kumla boyanabilir. Ayrıca dağcılıkla ilginenler; 127 Saat filmi de burada çekilmiş, bence gitmeden değil de dönüşte izleyin.
Antilop Kanyonu’ndan sonra yarım saat mesafede bulunan Horse Shoe Bend’e gittik. Yine binlerce yılda suyun kum taşını oyması ile oluşmuş muhteşem bir vadiye yukarıdan bakan manzara noktalarını görmeye gittik. Burası milli park statüsünde değil, araç girişi için 10 Usd ödedik. Aracı bıraktığınız noktadan manzara noktasına 20 dakikalık toprak bir yürüyüş yolu var, yanınıza su ve şapka almanızı şiddetle öneririm. İlk vardığınız noktada bir teras var, o teras ve çevresi çok kalabalık oluyor, yukarıdaki fotoğraf terasın solunda kalan taşların üzerinde çekildi, böyle pek çok nokta var, en sakin olanını bulup siz de harika fotoğraflar çekebilirsiniz, tabii kenara fazla yaklaşmadan. Ayrıca nehirde kano turları, kamp, tekne turları gibi etkinlikler de oluyor, yapmak isterseniz gitmeden araştırabilirsiniz.
Ve günün son durağı için yaklaşık 3 saatlik bir araç yolculuğu sonunda Monument Valley bölgesine ulaştık. Burası Batı Amerika yolculuğumuzda en çok görmek istediğimiz yerlerden biriydi. Biz park kısmına giriş saatine yetişemedik ama onu zaten sonraki güne bırakmıştık, siz de benzer bir plan yapacak olursanız Utah ile Nevada eyaletleri arasında 1 saat fark var ve Monument Valley’in daha büyük kısmı Nevada sınırlarında olmasına rağmen girişi Utah’ta olduğundan Utah saat dilimini kullanıyor, son giriş saat 17:00’de, Nevada’da 16:00’ya denk geliyor, bilginiz olsun.
Biz parkın girişinden yarım saat uzakta olan Forest Gump filminin ikonik sahnelerinden biri olan Forest’in koşmayı bıraktığı yer olan Forest Gump noktasına gittik. Harika bir gün batımı eşliğinde vadiyi izlemek çok keyifliydi.
Gece konaklamamızı Kayenta şehrinde yaptık, burada pek çok işletme yerlilerin elinde, bizim kaldığımız otel de öyleydi. Konaklamalarımız boyunca en doyurucu kahvaltıyı da Wetherill Inn adlı bu otelde yaptık. Otelin detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
6.Gün: Monument Valley ve Williams
Bir hayalin daha gerçekleştiği nokta Monument Valley! Bizim yaş grubumuz Red Kid çizgi filmi ile büyüdü ve her bölümün sonundan bu vadiye doğru yol aldığı bir kapanış sahnesi vardı. İşte bunca yol o sahneyi görebilmek içindi…
Sabah erkenden kalkıp Monument Valley’in park kısmına gittik. Vadiye giriş ücretli, kişi başı 8 Usd ve 17:00’ye kadar giriş yapmış olmanız gerekiyor. Vadi içindeki yolların tamamı toprak. Tam daire çizen bir rota oluşturmuşlar, milli parklarda olduğu gibi görülecek yerler harita üzerinde belirlenmiş, böylece kolayca gezilebiliyor. Park içindeki bu rotayı tamamlamamız yaklaşık 2 saat sürdü, ona göre plan yapabilirsiniz.
Bir sonraki gün rotamıza ulaşmak için tekrar yola koyulduk, yol üzerinde “Dinozor Ayak İzleri” diye bir tabela görünce oraya saptık. Burada yerliler bahşiş karşılığında rehberlik ediyor. Gerçekten çok sayıda iz var, insan gerçekliğinden şüphe ediyor!
Sıradaki durağımız Grand Canyon için akşam konaklamamızı Williams şehrinde yaptık. Kanyon içinde de pek çok konaklama seçeneği var ama fiyatları çok yüksek olunca, en yakın şehirlerden biri olan Williams bize daha uygun geldi. Tek bir cadde üstünde pek çok restoran, kafe, hediyelik eşya dükkanı ile eski ruhu hala yaşatmaya çalışıyorlar. Burası meşhur Route 66’nın da duraklarından biri ve çok şirin bir kasaba, biz çok sevdik kesinlikle tavsiye ederiz. Konaklamamızı Travelodge by Wyndham Williams Grand Canyon otelinde yaptık, kaldığımız oteller arasında en vasat olanı burasıydı diyebilirim, otel detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
7.Gün: Grand Canyon
Çölde bahtsız bedeviler gibi karlı bir güne uyandık. Hava tahminlerinde görünmeyen tipi şeklinde bir kar! Bizi durdurdu mu, tabii ki durdurmadı ve Grand Canyon’a doğru yola çıktık. Yol boyu tipi arttı ve kanyona ulaştığımızda göz gözü görmez seviyeye geldi. Ziyaretçi merkezine girip havanın sakinleşmesini beklemeye karar verdik. Birkaç saat sonra hava biraz açtı, normalde planladığımız rotaya göre daha kısıtlı bir rotada gezebildik, buna da şükür!
Büyük Kanyon, adının hakkını verecek kadar büyük, 466 km boyunca devam ediyor, 1.6 km derinliğe kadar ulaşabiliyor ve uzaydan görülebilen nadir yeryüzü oluşumlarından biri. Kanyonun dibinden Colorado Nehri geçiyor, park bir çok hayvan ve bitki türüne de ev sahipliği yapıyor. Gezerken geyiklerle karşılaşmak çok normal mesela.
Bizim gittiğimiz kısmı güney bölümü kanyonun en çok ziyaret edilen kısmı, kuzey kısımda bir cam teras var ki ben ülkemizdekileri de hiç sevmiyorum, doğaya çok uyumsuz buluyorum. Güney bölümünde servis araçları ile gezilebilen ve kendi aracınız ile gidebileceğiniz kısımlar var. Aslında bir tam günde hepsini görmek mümkün ancak biz günün büyük kısmını karın ve tipinin durmasını bekleyerek geçirince ve araçla gidilen kısımların yolu kar nedeniyle kapanınca planladığımızın yarısını hatta daha azını görmüş olduk, yine de çok güzeldi. Kanyonda üç farklı rotada servis araçları ile belli duraklarda in-bin yapabileceğiniz ücretsiz bir hizmet var. Kırmızı, mavi ve turuncu hatlar olarak rotalar belirlenmiş. Servis araçları 15-20 dakikada bir geçiyor ve ring yapıyorlar. Duraklar arasında yürüyüş patikaları da var, dilerseniz belli kısımları yürüyüp belli kısımları araçla gidebilirsiniz, biz havanın açtığı kısıtlı zamanda kırmızı rotadaki servisi kullandık, hatta minik bir yürüyüş de yapabildik.
Burası milli park statüsünde yani biz Annual Pass ile ücretsiz giriş yaptık, kartınız yoksa giriş ücreti araç için 35 Usd.
Grand Canyon gezimiz biraz karlı da olsa çok etkileyici ve çok güzeldi, bir gün tekrar gidersek kalan yerleri de gezeriz. Kanyona inen pek çok yürüyüş rotası var, kamp alanları var, burada uzun süreli kalıp uzun yürüyüşler yapmak mümkün. Kanyonu izlemek için en havalı aktivite ise kanyon üstünde uçan helikopter turları, bütçe ayırabilirseniz eminim çok etkileyici olur.
Titreyerek Williams’a geri döndük, aynı otelde kalıyoruz, yarın rotamıza devam…
8.Gün: Oatman ve Las Vegas
Williams’dan Las Vegas’a gitmek için yola çıktık. Rotamıza Amerika’nın altına hücum döneminde en parlak dönemini yaşamış, zengin altın yatakları olan Oatman Kasabası’na uğramak için yolumuzu biraz uzattık. Kasaba Route 66 üzerinde olmasının da avantajı ile altın madenlerinin işlediği zamanlar çok varlıklı imiş, şimdi o günlerden kalma yapılar hediyelik eşyacı, kafe olmuş. Köyde kovboyların düello gösterileri canlandırılıyormuş (14:15’te) ama bizim saatlerimiz uymadı. Yolu uzatmaya değer mi derseniz, bence değmez.
Las Vegas’ a yaklaşırken, şehrin enerji ihtiyacını karşılamak için kurulmuş olan Hoover Barajı’ndan geçiyorsunuz ve baraj resmen turistik bir aktiviteye dönüştürülmüş, ziyaret ücretli hale getirilmiş. Burası aynı zamanda Grand Canyon’un da başlangıç noktası olan Mead Gölü’nün de olduğu yer.
Las Vegas’a ulaştığımızda önce buranın meşhur outlet alışveriş merkezlerinden birine uğradık. Kocam da ben de alışveriş seven insanlar olmadığımız için ihtiyacımız olan birkaç ürüne bakıp çıktık. Amerikan markalarının sezon sonu ürünlerinde Türkiye’ye göre oldukça uygun fiyatlı ürünler bulmak mümkün.
Las Vegas’ın en popüler caddesi olan Strip’te bir tur attık, yeni açılmış olan dijital bir gösteri merkezi olan Sphere’i gördük, Las Vegas’ın simgelerinden biri haline gelmiş olan Bellagio Otel’in önündeki su gösterisini izledik, Strip üzerinde pek çok markanın konsept mağazası var, onlardan bir kaçını ziyaret ettik, “Welcome the Fabulous Las Vegas” tabelasının önünde fotoğraf çekilmeyi unutup Las Vegas gezimizi tamamladık.
Las Vegas konaklamamızı bu kez Luxor otelde yaptık, otelin detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
9.Gün: Red Rock Canyon ve Death Valley
Red Rock Canyon, Las Vegas’a 25 dakika mesafede bir park, ismini kırmızı kayalardan almış. Burası milli park statüsünde değil, giriş ücretli 20 Usd ve önceden online rezervasyon gerekiyor. Las Vegas’a yakın olduğu için çok da kalabalık oluyormuş. Halbuki sadece bir yol var ve başından girip sonundan çıkıyorsun, Death Valley’e giden yoldan da görünüyordu, biz de girmedik.
Red Rock Canyon’dan yaklaşık 2 saatlik bir araba yolculuğu ile çok merak ettiğimiz yerlerden biri olan Kuzey Amerika’nın en sıcak, en kuru ve en alçak noktası olan Death Valley’e ulaştık. Burası da milli park statüsünde ancak milli park aslında ziyaretçi merkezinden çok daha önce başlıyor. Yolda görevliler çevirirse biletinizi veya Annual Pass’ı göstermek gerekiyormuş.
Milli park içinde yine pek çok görülecek yer var. En etkileyici kısım Bad Water Basin, yani vadinin en alçak noktası. Burayı yukarıdan görmek için ilk durağımız Dante’s View oldu. Burası o kadar bu dünyadan değil gibi ki Star Wars’ın iki bölümü burada çekilmiş. Milli park çok güzel düzenlenmiş, yönlendirmeler çok iyi. Ziyaretçi merkezinden alacağınız harita veya NPS uygulamasını takip ederek görülmesi gereken yerleri kolayca bulabilirsiniz. Bad Water’ı yakından görüp içinden yürümek için oraya da iniyoruz elbette, burası Türkiye’deki Tuz Gölü’ne çok benziyor. Biz görmek istediğimiz yerlerin hepsini tamamlayamadık çünkü park çok büyük, buraya biraz daha zaman ayırmak gerek.
Milli parkta görmek istediğimiz yerlerden biri kendiliğinden hareket eden kayalar fenomeni ile bilinen noktaydı. Ancak yolu tamamen tuz tarlaları içinden ve çok bozuk olduğu ve sadece gidişi o yollarda 6 saat sürdüğü için biz gitmedik, gitmek isteyen olursa ziyaretçi merkezinden detaylı bilgi alabilir.
Amerika’da kamp yapmayı çok istiyorduk, Amerika’da özellikle karavan kampları çok fazla ve devasa büyüklükte. Biz çadır kampı yapmak için Death Valley’i tercih ettik. Kamp alanı medeniyetten oldukça uzakta Panamint Springs bölgesindeydi. Burası yıldız gözlemi için çok iyi bir nokta. Çadırda yatak, battaniye, yastık veriyorlar ancak çadır çok kötü durumdaydı, fermuarları bozuktu. Neyseki hava soğuk değildi de geceyi rahat geçirdik. Kamp alanına dair detaylara bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
10.Gün: Sequoia National Park
Yine uzun bir araba yolculuğu ile güne başlıyoruz! Death Valley’den Sekoya Milli Parkı’na gidişimiz bazı yolların kar nedeniyle kapalı olmasından dolayı 5 saat sürdü. Aslında iki milli parkın arasında sadece bir dağ var ve o dağın etrafından dolaşmamız gerekti. Neyseki o yola değdi.
Sekoya Milli Parkı, Amerika’da ve hatta dünyadaki en büyük ağaçlara ev sahipliği yapıyor. Park içinde yine pek çok görülecek yer ve yürüyüş rotası var. Kar nedeniyle bizim gittiğimiz dönemde rotaların çoğu kapalıydı, gitmeden önce NPS uygulamasından kontrol edebilirsiniz. Bizim için en etkileyici kısım Sekoya Ormanı’nın olduğu tepeye çıkışmızdı. Burada General Sherman adında parkın ve dünyanın en büyük ağacını görmek için karlı bir yürüyüş yaptık. İklimin ağaçların büyümesi için çok elverişli olması, Sekoya ağaçlarının hızlı büyüyen ve uzayan ağaç cinsi olması gibi pek çok faktör bir araya gelince bu dev ağaçlardan bir orman oluşmuş. O kadar güzel o kadar etkileyiciler ki, kelimeler anlatmaya yetmiyor.
Vadide çağlayan nehirler, irili ufaklı şelaleler, yürüyüş rotaları ve görülecek daha pek çok yer var. Bu bölge biraz daha sıcak sezonda gelmek için daha uygun olabilir.
Konaklamamızı milli parka yakın bir şehir olan Lindsay’da yaptık. Milli parkların içinde veya daha yakınında da oteller var ama fiyatları çok yüksek olduğu için biz yakın yerleri tercih ettik. Super 8 by Wyndham Lindsay Olive Tree otelimiz oldukça güzeldi, otel detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
11 ve 12. Gün: Yosemite Milli Park
Lindsay’dan 6 saatlik bir araba yolculuğu ile Yosemite Milli Parkı’na ulaştık. Aslında park rotamızın oldukça dışındaydı ama burayı görmeyi çok istiyorduk. Yola katlanırız deyip geldik, iyi ki gelmişiz. Yosemite’ye iki gün üst üste gidip parkın mevsim itibariyle açık olan rotaların pek çoğunu gördük.
Parkın bulunduğu vadi binlerce yıl önce buzullar tarafından oluşturulmuş. Yosemite oldukça büyük bir park, tüm alanı gezmek için birkaç günden fazla ayırmak gerek. Bizim gittiğimiz (Nisan 2024) dönemde parkın pek çok bölümü kış koşulları nedeniyle kapalıydı, burası yaz aylarında gelinirse çok daha keyifli olur.
Yosemite Milli Parkı’nın popüler olmasının nedeni dünyanın en büyük granit kütlesi olan El Capitan monolit kayası. El Capitan kaya tırmanışçılarının gözdesi, Netflix’te de yayınlanan Free Solo adlı belgeseli izlemediyseniz izlemenizi öneririm.
Parkın içinde çok sayıda şelale, tırmanışa uygun kaya, yürüyüş rotası ve kamp alanları var. Park haritası üzerinde hepsi çok düzgün şekilde işaretlenmiş. İstediklerinizi seçip yürüyebilir, görebilirsiniz. Parkın içinde belli rotalara gidebileceğiniz ücretsiz servisler ve bisiklet kiralama imkanı da var. Park ayıları ile ünlü ama biz ayıları göremedik maalesef.
Milli park sınırları içinde olmasına rağmen park girişinden 1.5 saat mesafede olan Mariposa kasabasından bu bölgedeki Sekoya ormanlarına da geçiş yapabilirsiniz.
Yosemite konaklamamız bizim planlama hatamız nedeniyle biraz uzakta kaldı. Parka yaklaşık 2 saat mesafede Oakhurst adında bir köyde, Amerikalı bir ailenin evinin bir odasını kiralamıştık. Aslında planımız ilk gün parka girmeden burada kalmak, ertesi sabah parka gidip akşam dönüşte buraya gelmekti. Böylece tek git-gel yapmış olacaktık. Ancak sonraki gün kar uyarısı olması nedeniyle biz ilk gün de vakit kaybetmeden parka gitmeyi tercih ettik ve iki kez git-gel yapmış olduk. Siz benzer bir planlama hatası yapmayın diye özellikle uzun uzun yazıyorum. Bu arada kaldığımız ev de köy de çok güzeldi, oralara yolunuz düşerse bahçesinde tavşanların özgürce dolaştığı bu evi tavsiye ederiz. Evin detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
13.Gün: Monterey ve Big Sur
Ve yeniden yollardayız, Pasifik kıyısına doğru Monterey şehrine doğru yol alıyoruz. Oakhurst’tan yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk ile Monterey’e ulaşıyoruz. Monterey’e gelme sebebimiz yılın her döneminde farklı balina türlerinin gözlemlenebilmesi. Gözlem için tekne turlarına katılmak gerekiyor. Ancak yola çıktığımızda olumsuz hava koşulları nedeniyle turun iptal olduğu bilgisini alıyoruz. Bizim için tam bir hayal kırıklığı…
Madem balina gözlemine gidemedik o zaman yakındaki görülecek yerlere gidelim dedik ve Pasifik kıyısındaki 1 Numaralı California yolunu takip ederek Big Sur adındaki köprüyü görmeye gittik. Bu yol Amerika’nın manzaralı ilk yolu olarak geçiyor. Hava düzelmediği için sağanak yağmur peşimizi bırakmadı.
Monterey’e sadece 5 dakika mesafede bulunan şirin sahil kasabası Carmel-by-the-sea de planımızdaydı ama yağmur çok şiddetlenince hepsini iptal etmek zorunda kaldık. Siz giderseniz hem balina turunu yapın hem de Carmel-by-the-sea kasabasını görün mutlaka.
Monterey’de Monterey Pines Inn adlı bir otelde kaldık, burası da diğer otellerimiz ile benzer standartlardaydı, otel detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
14.Gün: Los Angeles’e Dönüş Yolu
Bu günümüzün tamamı Monterey’den Los Angeles’a dönüş ile geçti. Los Angeles’a varınca da aracı teslim ettik. Bu rotada vaktimiz olsaydı Santa Barbara uğranacak yerler arasındaydı. Bir de yol boyunca çok sayıda şarap üretimi yapan bağ evi gördük, onlardan birine uğramak güzel olabilir.
Los Angeles’ta otelimizi Culver City bölgesinde ayarladık. Şehir çok büyük, otel fiyatları da genel olarak yüksek, bu nedenle kalacak yer seçmek de zor oluyor. Biz Hollywood’a tek otobüsle ulaşım olması nedeniyle bu bölgeyi seçtik ama siz gezeceğiniz yerlere göre bir yer seçebilirsiniz. Otelimiz Super 8 by Wyndham Los Angeles-Culver City idi, 4 gece konaklamamız olacağı ve artık seyahatimizin sonu olduğu için biraz daha rahat ve geniş bir oda tercih ettik, otel detaylarına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
15-18. Günler: Los Angeles
Los Angeles’ta bir gün Hollywood’dan başlayan bir şehir turu yaptık, bir gün Universal Studios’ta geçirdik. Son gün de toparlanma, dinlenme ve Venice Beach’te keyif yaparak geçirdik.
Şehir büyük, görülecek yerlerin mesafeleri uzak olunca günübirlik bir otobüs turu aldık, hem şehri gezmek böylece daha kolay olacaktı hem de rehberle gezeceğimiz için şehre dair daha fazla bilgi edinecektik. Rotamız Hollywood’dan başladı, Beverly Hills ile devam etti. Santa Monica Sahili, Farmer’s Market, Griffith Park Gözlem Evi ana durakları ile bütün günü dolu dolu geçirdik.
Los Angeles’taki kinci günümüzde yine bir çocukluk hayalimiz olan Universal Studios’a gittik. Burayı ilk kez Barış Manço’nun 7’den 77’ye programında izleyip “keşke” demiştik ve gerçek oldu. Burası bir tema park gibi, içeride Universal tarafından çekilmiş popüler filmlerinin içinde hissedebileceğiniz oyun alanları ve çekimlerin yapıldığı stüdyolar var. Jurassic Park, Mumya, Transformers, Harry Potter, Kung Fu Panda, Minions, Simpsons gibi pek çok popüler dizi/filme ait alanlar var. Bu alanlara girmek için 15-20 dakikadan başlayıp 2 saate kadar beklemeniz gerekebiliyor. Sabah ne kadar erken giderseniz o kadar az sırada beklersiniz, öğleden sonra çok kalabalıklaşıyor. Sabah erken gidip gece geç saate kadar farklı etkinliklerde çocuklar gibi mutlu bir gün geçirdik ve çooook yorulduk ama kesinlikle değdi. Giriş ücreti gününe ve sezona göre değişiyor, biz kişi başı 150 Usd ödedik.
Son gün otelimize de yakın olan Venice Beach’te sakin bir yürüyüş, güzel bir yemek, gün batımına karşı bir kadeh içki derken günü ve seyahatimizi sakin tamamladık.
Los Angeles’ta ulaşım için toplu taşıma kullandık. TAP adında bir kart ile otobüs, metro gibi toplu taşımalara binebiliyorsunuz. Kartın bedeli 2 Usd, kartı aldıktan sonra istediğini miktarı içine yükleyerek kullanabilirsiniz.
Bazı günler birkaç saat bazı günler 5-6 saat arabayla yol alıp bu kadar yeri görmek çok yorucu olsa da inanılmaz keyifliydi. Doğaya doyduğumuz, hayallerimizi gerçekleştirdiğimiz, Amerika’ya dair kendi önyargılarımızı yıktığımız, beklentilerimizin üstünde bir seyahatin sonuna geldik. Bu seyahate dair sorularınız varsa yorumlarda buluşalım.
Batı Amerika Gezisi Maliyeti
Gidiş-geliş uçuşlarımız ile birlikte toplam 18 gün süren Batı Amerika gezimizin kişi başı ultra her şey dahil toplam maliyeti 2557 Usd tuttu. Gelin bu harcama kalemlerine madde madde göz atalım;
✈️ Bu gezinin en uygun kalemi sanırım uçak bileti oldu. Uçuşumuzdan 6 ay önce bir kampanyadan yakaladığımız bilete gidiş-dönüş 380 Usd verdik.
🚙 13 gün araç kiralama maliyeti 780 Usd, ekstra 107 Usd sigorta, kişi başı hesap yaptığımız için 444 Usd.
🛎️ 16 gece konaklama için toplam 1774 Usd (~gecelik 110 Usd), kişi başı hesapladığım için 887 Usd. Gezimizin en pahalı kalemi bu oldu maalesef.
⛽️ Gezimizin tuzlu kalemlerinden biri de benzin çünkü çok yol yaptık. Toplam 485 Usd, kişi başı 243 Usd.
🍔 Yeme-içme maliyetimiz toplamda 710 Usd olmuş, kişi başı 355 Usd.
🌲 Milli park girişleri için aldığımız annual pass 80 Usd, kişi başı 40 Usd. Tek kart ile araç ve araçtaki kişiler faydalanabiliyor, yani tek kart iki kişi için yeterli.
🚎 Aracı teslim ettikten sonra Los Angeles’te kullandığımız toplu taşıma ve taksi maliyetleri 76 Usd, kişi başı 38 Usd.
💦 2 kez çamaşır yıkadık. Çamaşır yıkama hizmeti için toplam 13 Usd, kişi başı 7,5 Usd.
🎬 Universal Studios girişi kişi başı 150 Usd, Monument Valley girişi 8 Usd ve Horse Shoe Bend girişi için 5 Usd.
Kişisel harcamalarımızı bu toplama dahil etmedim. Umarım maliyetler konusunda fikir verebilmişimdir.